6 Aralık 2011 Salı

05.12.2011 BJK:2 - Orduspor:1 ST Süper Lig

 Her maç değişik bir şeyi sınayarak acaba her durumda kazanmayı becerebilen bir takım mıyız değil miyiz anlamaya çalışıyoruz. Kayseri maçında şapkayı masaya koyup bugünkü takımın temellerini attıktan sonra, uzunca bir süre istikrarlı 11 yapısıyla hem güzel futbol oynamış hemde takım olabilme yolunda çok fazla ilerlemişti Beşiktaş. TS maçında çok sayıda eksikle oynamak durumunda kalınca kulübedeki isimlerinde bu takıma dahil olup olmadığını görme fırsatı bulduk. TS ve Maccabi maçlarının yıldızı olan Q7 takımın tek hücum yeteneği olarak tanımlanmaya başlamışken Ordu maçıda onsuz bir Beşiktaşın ayakta kalıp kalamayacağının sınavı haline geldi.
Carvalhal kazanan kadroyu bozmaz mantığından yola çıkanlar sahada Ekremi beklerken hoca Q7 yokluğunda ofansif yetersizlik yaşayabileceğini düşünerek Holoskoyu sahaya sürmüştü. Beklenmedik hızda sahalara dönen Necipi de Toraman yerine kullanarak ofans hanesine bir küçük takviye daha yapmıştı. 
Maçın ilk dakikalarında direk göze çarpan ortasahadaki bariz üstünlük ve güçlü pas trafiğiydi. Ofansif yapıya destek vermek adına hoca Ernsti hızlı ve dik, haliyle biraz riskli oynamaya yönlendirmiş olsa gerek bu dakikalarda Ernst top kaybı pahasına hep dikine paslar atarak tehlike yaratmaya çalıştı. Aslında bu kadar kolay top kazanabildiğimiz bir ortasaha yapısında risk alarak bu tip oyun oynamak hiçte mantıksız değildi. Buna rağmen izleyenlerin bir kısmı " eh be Ernst amma pas hatası yaptın" diye düşünmüş olsa gerek hemen mesaj servisine sarılıp çıksın diye mesajlar göndermişler bile. 
Karşımızda ligin en az gol yiyen takımı, Simao ve Q7 gibi en önemli hücumcularımızdan yoksunuz, takım İsrail-İstanbul-Antalya arasında dolaşır halde ve sahada tıkır tıkır işleyen bir takım görüntüsünü hala koruyabiliyoruz... Bu dünkü maçın gizli sorusuna doğru cevap olan şeydi işte.  2. yarı başlarında Ordu tempo yükselterek maça ortak olmaya çalıştığında aynı zamanda arkada büyük boşluklar bıraktı ve tehlikeli pozisyonlar yakalamamıza vesile oldu fakat bunları değerlendiremedik. Çok tehlikeli pozisyonlar vermesek te beklenmedik bir uzak şutla golü yedik fakat buna Fernandesin bir duran topundan üretilen pozisyonla bulduğumuz golle karşılık verdik. Fernandesin takımdan uzaklaştığı 1buçuk aylık dönemde uzak kaldığımız bu tip pozisyonları, geri dönüşüyle birlikte tekrar bulmaya başladık.
Sahada kötü oynadı denilebilecek adam bulmak neredeyse imkansızdı. Almeida dan 2 tane sol ayak füzesi izledik ki gol atamasa bile neden hocanın ondan vazgeçmediğini anlatır gibiydi. Sonradan girenler, asiller, yedekler herkes büyük bir bütünün parçası olmayı bir şekilde başarıyordu. 
Derin kadro ile kalabalık kadro arasında ki fark böyle durumlarda daha rahat ortaya çıkar. Sakatlar cezalılar çakıştığında, birden fazla alternatif bulmak zorunda kaldığında anlaşılır kulübedekilerin vaziyeti. Bu seneki lig yapısından ve hala Avrpada devam etmekten dolayı hiç şahit olmadığımız bir maç trafiği yaşamaktayız. Hele hele şu günlerde rekor sayılacak bir maç grubunun içerisindeyiz. 26 günde 8 maç serisinin ilk 3ünü galibiyetle tamamladık. Bu gerçekten altı çizilecek bir detay. Ve bir başka küçük görünümlü büyük unsurunda artık daha yüksek sesle takdir edilmesi gerek. Carvalhal belki yardımcı hoca etiketinden, belki kariyerinde çok büyük etiketler taşımadığından belkide alışa geldiğimiz egosu tavanlarda olan yabancılara benzemediğinden pek ciddiye alınmadı. Hatta Tayfur hocanın gözaltı sürecinin uzaması durumunda bile kimse Carvalhale gerçek anlamda hoca payesi vermedi. Ekranlarda kendi ağzından " Ben bu takımın hocası değilim Tayfur hoca gelince yerimi bilirim" diye açıklamalarını duyduk, belki duymak isteyenler vardı, belki dedirtenler fakat ortada bir emek, bir çaba, bir hak edilmiş başarı var ki bu Tayfur hocanın özgürlük hakkından daha az değerli görülmemeli. Eski yeni sevgili gibi düşünmek manasız Carvalhale omuz vermek Tayfur hocaya sırt çevirmek değil. Artık bu adamın Beşiktaşın Teknik Direktörü olduğunu birileri farketsin. Tevazudan, samimiyetten dolayı kendisine sorulan yavşakça "Sana ne diyelim Carlos mu Carvalhalm mi" sorusuna Carlos demeniz yeterli dedi diye aylardır yayıncı kuruluşta ona ismiyle hitabedenler futbolcu geçmişinden dolayı adıyla anmaya alıştığımız Aykuta Aykut diyenleri yerden yere vuruyorlar. Bu ülkeye gelmiş her tür götü kalkık yabancıyı soyadıyla anma saygısını gösterenler Carvalhal demek bu kadar zor mu? Bakınız şöyle telaffuz ediliyor "Kar-val-hal".. Sergenin söylediği gibi "karvalyo" desenizde razıyız en azından biraz saygı gösterin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder