27 Şubat 2012 Pazartesi

26.02.2012 GS:3- BJK:2 ST Süper Lig

Şampiyonlukta -play-off sayesinde de olsa- iddialı kalabilmek için galibiyet dışında hiçbir sonucun yeterli olmayacağı GS deplasmanına Fernandesten yoksun kadrosuyla çıkacak Beşiktaşın 11i hemen hemen belliydi. GS da sıfır eksikle ideal kadrosuyla sahada yer alacaktı. Belki hoca bir sürprize imza atar Simao yerine Alves gibi herkesi şaşırtacak bir ismi sahaya sürer ya da Pektemek gibi daha dinamik bir oyuncuya yer verir diye hayal kurduysakta bu olmadı ve beklenen 11 sahada yerini aldı. İki takımdan ziyade belli bölgelerdeki oyuncu eşleşmelerinden doğacak fark macın rengini belli edecekti. Çünkü genel olarak baktığımızda ortasahada Ernst-Veli-Neciple oynayan bir Beşiktaşın karşısında bu bölgede etkili olmak imkansız gibi görünüyordu. İdeal stoperleriyle oynayacak olmasını da düşündüğümüzde Beşiktaşın savunma olarak tek zaafı 2 kanat olarak görünüyordu. GSda bu bölgelerde etkili olmaya çalıştı. Özellikle sakatlıktan yeni dönmüş İsmailin 'turist' oyunu ve önündeki Simaonun 'emekli' modu sayesinde sol kanadımızda türlü gariplikler yaşıyorduk. Derken Braga maçındaki golün benzeri bir takım acemilikler sonunda kıça başa çarpıp rakibin önüne düşen bir topla golü yedik. Bu dakikadan sonra maç Kadıköydekine benzer bir hal almaya başladı. Beraberliğin bile stratejik olarak sorun yaratmayacağı GS önde olmanın avantajıyla topu bize bırakmıştı. Fakat zaman zaman Q7nin denemeleri dışında rakip yarı sahada etkili olmayı başaramıyorduk. Devrenin sonlarına doğru zorunlu Egemen-Sidnei değişikliği hem Egemeni kaybetmek hemde Sidnei ile oynamak durumunda kalmak adına talihsizdi. Oysa Ekrem oyuna alınarak Toraman stopere çekilebilirdi.
İkinci yarıda aksamaya devam eden İsmailide oyundan almak zorunda kalan hoca bu bölgeye 'yeni nesil atom karınca' Veliyi koyarak Pektemekle hücumda biraz daha etkili olmayı düşündü. Buda bir çeşit zorunlu değişiklik sayılırdı. Bu durumda Simaonun yokluğu ve/veya 'hiçliği' ile daha uzun süre baş başa kalmak zorundaydık. Yorulan Toraman,Q7,  her an kart görebilecek Necip gibi değiştirilmesi muhtemel oyuncularda maçı tamamlamak durumundaydı. Tüm bu şartlara rağmen yokluklar içinde yine yegane umut olan Q7nin hazırladığı pozisyonla beraberliği yakalamış ve akabinde 2. şutunu atan GSın 2. golüne engel olamamıştık. 2. yarıda ortasahadaki güç farkı daha çok ortaya çıkmış ve bu rakibin üzerine daha fazla gidebilmemizi sağlamıştı ve zorlaya zorlaya da olsa beraberlik tekrar yakalanmıştı. Bu dakikalardan sonra sahada fiziksel olarak zor anlar yaşayan takımını değişikliklerle tazeleyen Fatih hocaya karşı en azından son 10 dakika Simaoyu oyundan almayı bir türlü düşünmeyen Carvalhalli görüyorduk. Derken 90+ larda futbolun cilvesi ortaya çıktı... Almeidanın kafasıyla 3-2yi bulup sahada çılgınca seviniyor olacağımız saniyelerde o gol kaçmış ve dönüşünde bizim kaleye girmişti. Tekrar tekrar izlemedim ama golde faul varmış düşünceleri ağırlıkta, sorun değil.. Sorun 3 yememiz değil, 3ü atamamızdı. alacağımız 1 puanın  pek bir ehemmiyeti yoktu.
Artık sezonu şampiyonluk anlamında kapattık, makul hedef olarak 2.lik koltuğunu düşünmeye başladık diyebiliriz. Sahip olduğumuz kadro bu sezon kalite ve derinlik anlamında 3günde bir maç yapmaya en rahat adapte olabilecek, omurgası gecen seneden atılmış olması nedeniyle en avantajlı kadroyken büyük ölçüde şanssızlıklar ve şu meşhur şike davası gündeminin yıpratmalarıyla bu sezonu ıskalamış oldu. Oynadığımız 4 derbi maçında da iyi oynayarak kazanamamış olmak, en azından bir kaçında kazanmış olsaydık puan olarak rakiplerle aramızın bu kadar açılmayacağını düşünmek sıkıntı verici. Fakat bu sene her şey mazur görülebilir. Yeter ki bir taraftan dışarılarda temizlikler yapılırken içeride uzun vadeli planlamalar ve temizlikler yapılsın. Yeni yönetimle birlikte ekonomisi düzene sokulmuş avrupada yakaladığı devamlılığı devam ettirecek bir klüp olmak yolunda ilerlensin.

24 Şubat 2012 Cuma

23.02.2012 BJK:0 - Braga:1 UEFA E.League

Deplasmanda alınan 2-0lık sıradışı skor bu maç öncesinde herkesin turu garanti görmesine neden olmuştu. Fakat ülke kamouyunda ne kadar umursanmasa da rakip geçen yılın finalistiydi ve bu bir eleme turuydu. Bu da sahada en ufak bir aksiliğin telafisinin mümkün olmayacağı anlamına geliyordu. İlk maçta tutarak oynayan ve kontralarla etkili olan rakibimize tam da kendisi gibi bir taktikle oynayarak farklı bir maç ortaya koymuştuk. Bu maça çıkarken şartlar yine aynıydı, Braga mutlak gol atmalı biz yememeliydik. Bu durumda hocanın ilk maçtaki stratejiyle sahaya çıkma tercihine çokta fazla laf etmek doğru olmaz. Eğer golü yedikten sonra da bu işe devam etmiş olsaydı sanırım bugün elenmiş bir takımın arkasından konuşuyor olacaktık. Fakat hoca bu senaryoyu kafasında kurmuş olacak ki gol yedikten sonra hiç zaman kaybetmeden Necip-Almeida değişikliğini yapmıştı. Bu dakikaya kadar iyi kapanırken sürekli Tanjunun üzerine gelen rakip yine bu kanatta bir Simao-Tanju anlaşmazlığından yakaladığı fırsatı değerlendirmiş ve maçı yeni bir şekle sokmuştu.
Bu gol sanki Beşiktaş için "haydi sizin içinde maç başladı" anlamına gelen bir uyarı oldu. Artık sadece Bragayı seyretmiyor karşılığında rakip yarı alanda top oynamaya başlıyorduk. Bu şekilde karşılıklı oyuna dönen maçta ortasaha gücümüzün farkı hemen ortaya çıkmaya başladı. Zira ilk 30 dakikalık bölümde tamamen kendi yarısahamızda oynarken Ernst-Necip-Veli gibi isimleri verimli kullanamıyorduk. Maç karşılıklı oynanmaya başladığında Ernst ve Velinin büyük mücadelesi oyun balansını bize çevirmeye yetti. Üzerine Fernandesin rahat oyunu ve zaman zaman Q7 nin etkili hücumları en azından artık yesekte atma ihtimalimizde var diye düşündürmeye başladı. Tabi bu süreçte rakibin 2. gole çok yaklaştığı anlarda oldu ve hemen bütün Beşiktaşlılar "bize rahat maç yok" edebiyatına başladı. Uefa kupasında bu noktalara gelipte rahat maç seyretmeyi beklemek zaten biraz hayalcilik olurdu. Sonuçta zaman zaman Cenkin yüreğimizi ağzımıza getirmeleri, zaman zaman rakibin son vurşlardaki beceriksizlikleri sayesinde ucuz atlatmamız gibi heyecanlarla ve diğer taraftan özellikle 2. yarı rakip kalede gole çok yaklaştığımız pozisyonlarla maçı işimize yarayacak skorla bitirmeyi başardık.
Fernandes her maç olduğu gibi yine hayranlık doğurucu bir futbol ortaya koydu. Oyuna girdikten sonra Almeida kalitesini ve bu takımın direk santraforu olduğunu hissettirdi. Q7 fiziksel olarak biraz daha canlanmış gibi görünse de henüz bıraktığı yere ulaşamadı. Ayrıca 90. dakikada oyundan çıkarken tribe girmesi anlamsız ve gereksizdi. İnsan reaksiyon göstermeden skorborda bir bakar en azından, Carvalhalle çok ayıp etti. Neyseki bizim şeker adam hiç oralı olmadı ve olay tribünlerin alkışlarıyla tatlıya bağlandı. Portekiz karesinin diğer ası Simaoya olan inancım, güvenim, umudum artık tükenmeye yüz tuttu. Tanju sakatlanmasa belki Ekremle Simaoyu değişmeyi planlamıştı hoca fakat 90dk boyle bir mücadelede sahada kalınca çok sırıttı.
Şimdi çok kısa bir ara sonrasında Atletico Madrid karşısına çıkıyoruz. Bu maçlara İsmail yetişecek gibi görünse de Hilbertsiz oynayacağımız kesin. Yine işi güçlü ortasahamızla bitirmeye çalışırız gibi görünüyor bakalım 8 Mart ola hayrola.

21 Şubat 2012 Salı

Benimle Delirir misin?

Kış mevsimi gelince sosyal aktivite olarak aklıma ilk düşen "tiyatro" oluyor. Yaz sıcağında karpuz yemeği istemekle kışın yeni tiyatro oyunu aramak benim için neredeyse aynı şey. Aslına bakarsanız tiyatroyla çok geç tanıştım. Küçükken gittiğim çocuk oyunlarını saymazsak eğer evlenene kadar nedense seçimim hep sinemadan yana oldu. Kayıp geçen uzunca bir sürenin ardından evliliğin de vermiş olduğu ağırlıktan olsa gerek kendimizi tiyatroya vurduk. Tabi bu ilgi de özellikle son zamanlarda açılan özel tiyatroların getirdiği taze kanı da gözden kaçırmamak gerekir. Ben bunları yazıyorum ama bir yılda gittiğim toplam tiyatro sayısı bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar. Sinema gibi diğer sosyal aktiviteleri de dahil edersek payına düşen maalesef bu oluyor . Bu kışı "Benimle Delirir misin?" oyunu ile açtık. Soğuk bir kış akşamı sıcak bir oyunla içimizi ısıttık.
İki kişilik olan bu oyunda afişe bakıp oyuncuları tanıyamamış olabilirsiniz ama her iki oyuncuda televizyon dizilerinde rol almış tanınmış kişiler. Oyundaki performansları oldukça iyi. Başlangıcını biraz zayıf bulmuş olsam da ilerleyen sahnelerde oyun sizi içine alıp götürüyor, oyuna dahil ediyor, düşündürüyor, güldürüyor hatta gülmekten öldürüyor. Oyunda tek eleştiri sahne ve kostüm düzenlemesine getirilebilir. Artık oyunun bütçesi gereğimi yoksa bir tercih mi bilemedim ama zayıf halkaydı. 
Oyunla ilgili asıl değinmek istediğim konu ise yurdum insanın yine yurdum insanı tarafından kaleme alınmasının samimiyeti ve keyfiydi. Yabancı kaynaklı tiyatro oyunları ister istemez oyunun bir yerinde kopukluk duygusu veriyor. Tam oyun sizi içine almışken sahneden "Jack", "Elizabeth" gibi yabancı bir isimle o içselliği kaybedebiliyorsunuz. Tabi bu örnekleri çoğaltmak mümkün. İzlediğim bu oyun nedense böyle bir farkındalık yarattı.
Oyundan çıkar çıkmaz ilk işim bu keyifli oyunun yazarını öğrenmek oldu. "Mine Artu" ; Sahne ve Görüntü Sanatları, Dramatik Yazarlık Bölümü′nden mezun, tiyatro oyunu ve roman yazarı. Kendisi hakkında detaylı bilgilere ulaşamamış olsam da kaleme aldığı bu oyundan dolayı ayrıca takipçisi olmaya çalışacağım.
Çok iyi kaleme alınmış bir oyun ve başarılı oyuncular daha ne olsun. Eğer tiyatro toplum kültürünün aynası ise ben yaşadığım kültürün aynasına baktığım için çok mutlu oldum.

20 Şubat 2012 Pazartesi

19.02.2012 BJK:3 - Gençlerbirliği:2 ST Süper Lig

Braga morali ile içerde oynama avantajı eksiklere rağmen bu maçı bir şekilde alırız havasına sokmuştu bizi. Güle oynaya maçı beklerken son anda Egemenin sakatlık sebebiyle kadro dışı olduğu haberini aldığımızda anladık ki karın ağrısız maç olmazmış bize. Bu şartlarda hemen takıma 1 sene sonra da olsa tekrar adapte olmaya çalışan Ersan stoperdeki yerini almış, 18e alınmayan Sidnei ve cezalı Toramanda olmayınca kulübede defans oyuncusu kalmamıştı. Hücum bölgesinde ise tek şaşırtıcı tercih Simaonun sahada olmayışıydı. Gerekçesi neydi bilemem ama benim kafamda da Simao artık kulübede değerlendirilmesi gereken bir silah. Bu sebeple sahada gördüğümüz 11, şartlar çerçevesinde doğruydu denebilir.
Büyük takım, iç saha ve maçın ilk 15dk sı klişesi ile rakibe yüklenirken Ersanın henüz adaptasyon yaşamasından kaynaklı bir hatasıyla (diyelim) kalemizde golü gördük. Bu dakikalarda "yahu bu ligde her maçı tutarak oynasak ya, ne gereği var eski zaman büyük takımlığı yapmanın" veryansınındaydım. Gerçekten de ligdeki takımların güç dengelerine, oyun tarzlarına baktığımızda o eski zamanlardaki gibi toplu tüfekli saldırma devirlerinin çoktan geçtiğini görebiliriz. Artık bu ligdeki takımlar gol yememek için uğraşırken forvetteki süratli adamlara top şişirmek yerine 2 tane ayağa pas yapıp 3.yü o adamın önüne koyabiliyor ve karşısındaki takım büyük-küçük ne olursa olsun böylesine cümbür cemaat üzerine yığılmışken çok rahat kontra pozisyonlardan gol üretebiliyor. Bu yüzden hem oyuncu karakteristiklerinin seçiminde hemde oyun disiplini seçiminde bu gerçek gözetilmeli. Maçların özellikle başında sabırla ve az risk alarak hücum denenmeli. Bu seneki maçlarımıza baktığımızda genelde bu şekilde yakalanıp gol yediğimiz maçları hep yokuş yukarı oynadık ve çok yıprandık. Oysa  Braga deplasmanındaki örnekte olduğu gibi çok zorlanmadan kontrollü bir şekilde oynayarak sonuca ulaştığımız gerçeğide ortada. Bu felsefe farkının bir başka göstergesi de takımın büyük maç tabir edilen maçlarda, yani derbi veya Avrupa kupası maçlarında üstün olabilmesidir. Genelde bunu oyuncuların maç seçmesine bağlıyorlar ama bence bu tamamen oyun felsefesinin farkı. O zaman içerde de oynasak, Anadolu takımlarıyla da oynasak bu felsefeyi korumak başarıyı getirecektir diye düşünebiliriz.
Karşılaşmanın seyrine dönersek sahadaki çaba Beşiktaşın ne yapıp edip bu maçı alacağının sinyalini veriyordu. Yedikçe attık ve Ersanın tüm hatalarını telafi ederek rakipten 1 fazla gol atmayı başardık. Maça başlarken Egemeni kaybetmek gibi bir de maç içinde Tanjunun omuzunun çıkmasına hocanın saha içindeki Veli çözümü ve Pektemeği oyuna sürmesi, Simaoyu (etkili olsun olmasın) dakikaların ilerlemesini beklemeden direk 2. yarıda oyuna sokması doğru ve cesur hamlelerdi. Baktığımızda takım tüm zorlukların üstesinden gelip önemli bir rakibi yenmişti fakat yine bir derbi öncesinde Fernandesi kaybetmenin üstelik aynı şekilde kaybetmenin sevimsizliği bizlere bu maça sevinme izni vermiyordu.
İnönüde rakiplerden yediğimiz dayağı sanırım Kadıköydeki rakip takımlar yemiyordur. Fernandes denen adam iyi-kötü 2 sezondur bu ülkede top oynuyor. En azından saha içindeki futbol kimliğini az çok herkes anladı. Kimse onun bir "futbol fahişesi" olduğunu söyleyemez, almadığı bir darbeden yere yattı diyemez, rakiplerine karşı acımasız sertlikler gösterdi diyemez, skor avantajı varken oyunu çirkinleştirerek maçın tadını kaçırdı diyemez. Yani bu adam sahada top oynamaya çalışan tırı-vırı yapmayan futbol anlamında iyi niyetli bir oyuncu. Kayseri maçında gözlerimizin önünde her ayağına top aldığında darp edilmiş ve hakeme gidip " hoca ağzımza sıçıyolar bu nedir" serzenişinde bulunmuş ve bir türlü rakibin sertliği kontrol altına alınmayınca kendi kontrolünü yitirip kırmızı kart görmüştü. Herkes "Fernandes kalitesinde bir adam bunu yapmayacak" dedi geçti. Bugün yine bir derbi arefesinde yine benzer idari sıkıntılardan zulme uğramış, rakibini sahada kovalayacak kadar delirmişse bunun için Fernandese kızamıyorum arkadaş.. Asla kart görmüş, takımı eksiltmiş oyuncuya helal olsun kocum demem ama bu adamada bu sebepten kızmaya vicdanım el vermiyor doğrusu. Ayıptır günahtır yapmayın bunu bırakın sahada adam gibi top oynansın...

15 Şubat 2012 Çarşamba

14.02.2012 Braga:0- BJK:2 UEFA E.League

Sıkıntılı günlerimizde Avrupa maçı geldi çattı. Sakatlıklar ve kartlarla sürekli silkelenen takım bu süreçte hem yakaladığı uyumu kaybetmiş hemde handikaplı olduğu bu dönemde maç yoğunluğu sebebiyle çok sayıda maçta puan kaybetmişti. Ligde kalan 8 hafta ve en olmadı play-off döneminde bu kayıplar tolere edilebilirdi belki ama güzel bir grup performansından sonra elemelere başladığımız Avrupa kupasında işler ters giderse bunun telafisi olmayacaktı. Belki bu yüzden belki de rakibimizin çok formda oluşundan maç öncesinde İstanbula umutla gelecek bir skor yeter diye düşündük hep.
Rakip mütevazı bir takım gibi görünse de geçtiğimiz yıl bu kupada final oynamış, 9 maçlık bir galibiyet serisi olan çok formda ve uyumlu bir takımdı. UEFA listemizde olan ve sakat olmayan futbolculardan bir takım kurmaya kalktığımızda biraz zorlanıyorduk. Maç öncesi hocanın kurduğu takım kimilerinin tepkisini çekti. Zira 4-6-0 çağrıştıran isimlerden oluşturmuştu hoca takımı. Oysa 2 ayaklı maçın ilkine çıktığımızı ve öncelikle yememeyi hedefleyeceğimizi düşündüğümüzde defansif bir kadro ile çıkmak kabul edilebilir olmalıydı. Q7 ne kadar hazır olmasa da, ne kadar formsuz olsa da bu takımda her zaman işin rengini değiştirebilecek adam olarak bu 11e girer diyebiliriz fakat genel vaziyete baktığımızda hoca Simao yerine Pektemek tercih edebilirdi. Maç boyunca hatta gol attığı an bile bu düşüncem değişmemişti.
Sonuçta hoca dersine çalışmış reçetesini yazmış ve sahaya sürmüştü. Maç başladığında gördük ki rakibini gayet iyi kontrol ediyor ve pozisyon vermiyordu. Lig maçlarında kavga etmeye boğuşmaya alışmış takımımızın mücadele gücü rakibin çok üzerinde olunca özellikle kendi yarı sahamızda Bragaya nefes aldırmıyorduk. Bu şekilde taşıyabildiğimiz kadar maçı taşımak bizim gayet işimize gelecekti. Fakat ilk yarı beklenmedik şekilde rakibin 10 kişi kalmasıyla turu burada garantileme olasılığı göz kırpmaya başladı. Artık bir Beşiktaş klasiği halini almaya başlayan Fernandes-Sivok gollerinden birini atarak perdeyi açtığımız gibi 2. yarıda kontrollü oyunumuzu sürdürerek 2-0 gibi net bir deplasman skoruyla turu nerdeyse garantilemeyi başarmış olduk.
Fernandes performansının artık anlatılacak,övülecek bir tarafı kalmadı. Adam düpedüz bizim standartlarımızın üzerinde. Çağdaş 10 numaranın olması gerektiği gibi bir futbol ortaya koyuyor. Bu silahı çok iyi değerlendirip uzun yıllar takımı sırtlamasını sağlamak gerek.
Maçın bize verdiği en önemli sinyal şanssız bir şekilde henüz oluşturmuşken yitirdiğimiz takım olgusuna tekrar kavuşmak üzere hareketin başladığıydı. Taşlar yine yerine oturacak ama görünen o ki bu sefer bunu daha hızlı yakalayacağız. Üstelik bu yeniden ayağa kalkışta Tanju,Pektemek,Bebe ve Ersan gibi alternatiflerde kazanarak daha da güçlü bir hale geleceğiz. Yeterki artık biraz şans yanımızda olsun ve artık kafalar biraz sahaya verilsin.
Bugün ülke futbolu açısından çok önemli bir maça çıkan Beşiktaş takımı medya olarak yapa yanlız bırakılmış ve bir başkanın propaganda konuşmasına odaklanılmıştı.  Varsın olsun ama en azından oyuncular kendilerini saha içine verebilsinler bize bu da yeter.
Bu maçta yakalanan skor dolayısı ile rövanş maçının zor geçmeyeceğini öngörürsek bunun 3 gün sonrasında çıkacağımız lig için çok kritik GS maçına daha az yorgun ve hasarlı geleceğimizi de düşünebiliriz. Bu açıdan da çok anlamlı bir maç atlatmış olduk. Bakalım bu start gerçekten  bizi güzel bir çıkışa itecek mi...

10 Şubat 2012 Cuma

09.02.2012 Sivasspor:1- BJK:1 ST Süper Lig

Ligin belkide en zor deplasmanında, senenin belkide en kötü hava şartlarında oynamak hele hele sahasında 12 maçtır yenilmeyen ve taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmış formda Sivasa karşı oynamak hakikaten göz korkutucuydu. Tek avantajımız 3 haftadır mağlup olmanın takımda yaratacağı  motivasyon ve Fernandesin takıma dönüşü olacaktı. Hoca sahaya Tanju-Toraman bekleri ile çıkmış, orta sahada zaten bir türlü istenen seviyeye gelemeyen Simaoyu  birde zemin şartlarını göz önüne alarak kulübede oturtmuştu. İlk bakışta sahada fiziksel olarak rakibe direnecek bir takım görüyorduk. Fakat ilk yarı takımın ortaya koymuş olduğu performans gerçekten beklediğimizin çok üzerinde çıktı. Rakip oyuncular zemine olan alışkanlıklarından daha dengeli ve rahat oynuyor sadece bizimle mücadele ediyorken bizim oyuncuların çoğu ikili mücadelede kayması, ayakta kalmak için güç sarf etmesi çok büyük bir handikaptı. Buna rağmen ilk yarı rakibi tamamen sindirmiş bariz bir üstünlük ortaya koymuştuk. Zemin bu halde olmasa muhtemelen ilk yarı bu motivasyon ve istekle 2-3 farkla bitebilirdi.
İlk devrede kötü oynuyor diyebileceğimiz tek bir oyuncu yok iken Pektemekin inanılmaz arzusu akıllara İlhan Mansızı  getirdi. Velinin - Necipin - Fernandesin ağırlığı hissediliyor, Sivasın en korkulan hücumcularının adı dahi duyulmuyordu. Bu üstünlükle nasılsa 2. yarı golü buluruz derken devrenin son dakikalarında özlediğimiz Fernandes-Sivok duran top organizasyonlarından birinde golü bulduk.
Karşılaşmanın ikinci yarısında artık Sivas fazlaca risk almaya başlamıştı ve bu Holosko-Pektemek tarzında hücumcular için fırsat demekti. Fakat kontra atak futbolunu bir türlü beceremeyişimiz bu sezonki en büyük sorunlarımızdan biri olarak göze çarpıyor. Bu o kadar büyük bir sorun haline geldi ki rakip kim olursa olsun  öne geçtikten sonra maçın son dakikasına kadar farkı açamamak yüzünden sürekli baskı yiyoruz. Maçı skor olarak koparamamanın bedelini yorularak ve stress yaşayarak ödüyoruz. 
Dün yakaladığımız bu kontralardan birini golle sonuçlandırabilseydik çok büyük bir iş başarmış ve bugün Sivastan 3 puan alarak dönmüş olacaktık. Evet Sivas deplasmanından 3 puanla dönmek çok büyük bir iştir. Tıpkı sahanda Mersine 3 puan vermek gibi büyük bir iş...  Fakat skoru 2ye taşıyamayınca Sivasın baskısına direnmekle geçen bir 2. yarıya mahkûm olduk. Son dakikalarda Cenk kulağına kar suyu kaçmış boğaz lüferleri gibi dengesini kaybetti ve Sivasa komşu illerden birinden Ermanın yolladığı şutu estetik bir şekilde içeri aldı.
Takıma neden Kayseriye yenildin, neden Mersine yenildin deme hakkımız var, geçen hafta ve bu hafta ise normal puan kayıpları yaşadık. Fakat ne acıdır ki puan kaybının normal karşılanacağı bu iki zor maçta bu kayıpları hak etmedik yollarla yaşanmıştı. Yazık ki bu zengin kadro ile fark yaratmayı bir türlü beceremedik ve zaman su gibi akıp gidiyor. Herşeye rağmen bu takımın yine oluru var. Yönetimsel infialleri takımdan ayrı yaşamalı ve sahada bir şeyler yapmaya çalışan takıma sabırla destek verilmeli.

9 Şubat 2012 Perşembe

Leyla İle Mecnun


Bugün 9 Şubat ve L&M 1 yaşına girdi (miş)...
Miş çünkü bana çok daha uzun bir zaman gibi geldi bu onunla yaşadığımız 1 senelik birliktelik. İlk bölümünü gördüğüm anda hissetmiştim olacakları. Fakat bu havayı yakalayacak ve değeri bilinmeden göçüp gitmesine engel olacak yeterince eş algılı kitle mevcut muydu diye endişe etmedim değil. Bir kaç bölüm sonra hayatımdaki tüm güzel şeyler için hissettiğim "hiç bitmese olmaz mı ki" açlığı hakim oldu ve her bir karesini her bir nüansını tek tek yakalayarak izlemeye başladım. Öyle ki eğer izlerken ortamda LM dışında bir konu dönüyorsa ve ben mevzuya odaklanamayacak durumdaysam kapatıp izlemiyor uygun ortam koşullarını bekliyordum. Bugün 1 sene olmuş dizi başlayalı ve hala aynı şekilde takip ediyorum. 
Dizinin kendine has bir dünyası mevcut uzun uzun anlatmaya gerek yok merak eden 2-3 bölüm sabretse bu dünyanın bir parçası oluverir. Fakat kimiside Bayan Şorombil gibi dışardan bakarak " manyakmısınız siz der". Bu yüzden bilmeyenlere değil bu sözüm, sevmeyenlere sevdirmek için değil.. Bizzat Kireçburnunun o muhteşem insanlarına ve onların dünyasına dahil olmuş tüm L&M sevenlerine. #iyikidogdunLeylaileMecnun nice yıllar hep var olasın.
Bunca zamandır yazmamışsam sebebi her bir bölümü her bir mahalle sakinini (karakteri demiyorum bak okuyan dikkatini çekerim bizim için onlar bir dizi karakteri değildir asla, mesela ben Ahmet Mümtaz Taylana tweet atacak olduğumda "Ahmet abi" demem "İskender Baba" derim o derece yani, bağlantıyı yakala...) oturup uzun uzun konuşmaktan keyif almam ve hangi birini yazsam  diğerine ayıp olur İsmail Abiyi sevsem Erdal Bakkalın hatrı kalır diye düşünmemdendir.

Bugün 1 yaşına girdiğini duyduğumda gerçekten garipsedim. Bir sürü anısı olan şu dizi yayınlanmaya başlayalı sadece 1 yıl mı oldu? Oysa neler geldi başımıza, türlü türlü bela, türlü türlü acı, aşk... Şu Erdal Bakkalın tertemiz şerefsizlikleri, İskender Babanın anne kurabiyesi tadını silemeyen sert bakışları... Peki içinde belkide aşkın en geride kaldığı bir Leyla ile Mecnun hikayesi olabilir miydi? Vallahi oldu bile... Ve fakat her seferinde sizi gafil avlayışı yok mu... Hani tam geyiğin dibine vurmuşken pat diye bi laf çıkıverir İsmailin ağzından, Mecnunun ağzından ve girer ud nameleri aynen şu şekil...
işte bu göğsünüzdeki sıkışma ve burnunuzdaki sızlama ile birlikte dizideki aşkın "ben buradayım" çığlığı olarak karşınıza çıkar. Bu zamanlarda yakalanırsınız suratınızdaki salak gülümsemeyle performans ortasında ebelenen Yavuz gibi...
O ki asla öyle bir insan değildir aslında...
Daha çok şöyle bir insandır Yavuz;

Gönüllerimizin yegane dostu, alemin kralı insan kalbinin süzgeçten geçmişini taşıyan siyah beyaz dünyamızın rengi İsmail abimiz... bir yıl değil bin yılda geçse o gemi mutlaka gelecek biliyoruz. Çünkü onu sen bekliyorsun... 

Şu sahnede kar yağmaya başladığında fena olabiliyorsam hala bir insan kalbine sahibim demek ki diye kontrol ederim kendimi. 
Çok yaşayın hepiniz. 
Var olun..
ve çooooook iyi davranın kendinize ....

6 Şubat 2012 Pazartesi

05.02.2012 Fenerbahçe:2 - BJK:0 ST Süper Lig

Eksik oyuncularının çokluğuna son anda Almeida da eklenince Beşiktaş için iyice zorlaşan bir maç halini alan bir debiye çıktık. Derbilerde eksik oyuncuların önemi olmaz gibilerinden ezbere bir düşünce hakim ama ben hayatımda bir derbiye direk 11 oynayan bu kadar çok adamı eksik çıkmak zorunda kalmış bir takım görmedim. Hadi oynamamış Bebeyi, az oynayan Aurelioyu ve as mı yedek mi anlayamadığımız Rüştüyü bir kenara bırakalım. Kalanlar; Hilbert, İsmail, Fernandes, Quaresma, Almeida.  Bunlar sakat ya da cezalı olmasa 5i birden ilk 11 oynayacak adamlardı. Olayı Fenere uyguladığımızı düşünelim bu maçta sahaya Gökhansız, Zieglersiz, Alexsiz, Stochsuz ve Sowsuz çıkacaktı. Kadıköy e giderken böyle bir kadro beni beklese herhalde güle oynaya giderdim.
Böyle bir maç öncesinde Fenerbahçenin 11i çok net bir şekilde ortadaydı. Ne oynadığı ve ne oynayabileceği de... Maçtan bir gece önce Aykut Kocamanın "Gökhan ve Emreyi kontrol ettik oynayabilecekler" dediği andan itibaren Gökhanın ve Emrenin muhtemelen maçı tamamlayamayacağını ve bunun erken olması halinde Mersin maçında yaşadığımız sıkıntıyı Fenerin yaşama olasılığının yüksek olduğunu çevremdekilere sayıkladım durdum. Bu kadar eksik gelen bir rakibe karşı neden böyle bir riske girdi bilmem ama şansı vardı ki bu hatanın bedelini ödemedi. Son haftalarda izlediğimiz Fenere baktığımızda formsuz bir Alex göze batmaktaydı Mersin maçından sonra Q7nin yokluğu aslında bir avantaj olabilir demiştim tıpkı Alexin varlığının bir avantaj sayılabileceği gibi. Son maçlarda özellikle 2. yarılarda Fenerbahçe sahadan kayboluyor, ilk yarıda ürettikleri yeterse kazanıyor yetmezse puan kaybediyordu.
Rakibin bu durumu ve takımdaki eksikliklere dayanarak sahaya sürülecek takım kontra futbolu iyi oynayacak ve orta sahada çok direnç gösterecek bir takım olmalıydı. Bu şekilde gol arayacak bir takımda Almeida-Edu yerine Pektemek-Holosko gibi adamlar  ön plana çıkacaktı. Buraya kadar geldiğimizde hücum stilimize uymayacak Almeida ve formsuz Q7nin yokluğu isabet olmuş diyebiliriz. Takımın belden aşağısına baktığımızda  hocanın çözüm üretmesi gereken en büyük sorun beklerdeydi. Özellikle sağbek Stochla eşleşeceğinden bu bölge hayati önlem taşıyordu. Hafta içi eski takımında Hulkla eşleşen ve harika bir performans sergileyen Tanjunun videosunu seyrettiğimde acaba mı demiştim sahada sağ bek olarak görünce o yüzden çok şaşırmadım. İlk yarı bir kaç pozisyonda zor durumda kalsa da bu pozisyonlar sonunda çok büyük tehlikeler yaşamadık. Zira hoca Sivokla bu olası hataları gidermeyi de planlamıştı. Diğer taraftaki seçim hiç aklımıza gelmeyen Ersan oldu. Nispeten o kanadı daha az kullanan Fenerbahçe nerdeyse hiç etkili olamasa da Ersanda öne doğru pek etkili olamadı. Bu seçimlerle ve taktik yapılanmayla maçın hemen başlarında Holoskoyla etkili kontra ataklar geliştirme şansını yakalamıştık. Fakat kornerden yediğimiz gol bütün akışı alt üst etti. Bu dakikadan itibaren artık Holoskonun sahada misyonu tamamlanmıştı.İlk yarı saha içinde herhangi bir değişikliğe gitmeyen hoca sabırla 2.yarıyı bekliyor doğruda yapıyor diye düşünebilirdik. Bu dakikalarda Emre ve Gökhanın sakatlıkları nüksedince 2. yarıda bizim yapabileceğimiz 3 hamleye karşı Fenerbahçenin 1 hamlesi olacağı görünmeye başladı. 
Devre arasında herkes ilk yarı Stoch karşısında çok zorlanan Tanjuyu değişmek gerek diye düşünürken belkide hoca oyunun rakip yarı sahaya yığarak oynayacağımızı öngörmüş ve Tanjuyu sarıkart görene kadar oyunda tutmuştu. Bu dönemdeki performansına baktığımızda hem Stochla 1e1 iyi oynamış hemde birkaç pozisyonda hücuma olumlu katkılarda bulunmuştu. Maçın 2. devresinde Fenerbahce cezasahası etrafında dönüp duruyor ve rakibin ataklarını henüz orta sahadayken sindiriyorduk. Fakat sahip olduğumuz topları net pozisyonlara dönüştürecek hücum girişimlerini başlatacak Fernandes sahada yoktu. Aynı şekilde bu sezon en güçlü silahımız olan duran toplarda da bir türlü Fernandesin yerini dolduramadık. Hal böyle olunca tüm bu mücadelenin sonunda rakibi köşeye kıstırdığımız halde az sayıda net pozisyon üretebildik ve bunlarda da skor elde edemedik. Yani tüm bu eksikliklerden sadece ve sadece Fernandes sahada olsa gerçekten fark yaratabilirdik.
Mağlubiyete en çok hakkımız olan bir maçta ortaya konan futbol mağlup olmayı hakeden bir futbol değildi. Fakat ligin 25. haftasında oyundaki dengelerin artık pek bir ehemmiyeti kalmadı. Play-off treni kalkmak üzere ve güzel bir kompartımanda yer bulamazsak hedefe varmak çok daha güç olacak. Bu yüzden helal olsun çocuklar bu yoklukta iyi idare ettiniz demek boş. Fakat şunu söyleyebiliriz, rakibimiz ligde hemen arkasından geldiğimiz takım. Yani play-off öncesinde yetişmeye ve geçmeye çalıştığımız ilk takım ve en ideal 11iyle sahada pek göz doldurmadı. Kalan haftalarda çok fazla puan kaybedeceklerini öngörmek mümkün. Bu 9 haftada minimum puan kaybı yaşar ve takımı Manisa maçında bıraktığımız çizgiye tekrar çıkarırsak play-off döneminde çok önemli işler yapabiliriz.

3 Şubat 2012 Cuma

02.02.2012 BJK:0 - Mersin İY:1 ST Süper Lig

Galatasaray ve Fenerbahçenin puan kaybettiği haftada  son haftalarda güzel oynasa da bir türlü kazanamayan Mersini konuk ediyorduk. Maç öncesinde Sivok ve Fernandesin cezalı olması nedeniyle Fernerliler iptal olsun diye bol bol dua ederken maçta yaşanacaklardan bihaberdiler tabii ki...
Mersin özellikle hücum bölgesinde çok önemli eksiklerle çıkmıştı sahaya. Bunun bir avantaja dönüşeceğinin farkında değillerdi. Çünkü haftalardır etkili futbol oynayan takım bu hafta kadro sıkıntısı nedeniyle kendi tarzının dışına çıkmış ve oyunu kendi yarısahasında kabullenen kapanan bir futbol benimsemişti. Beşiktaş ise Hilbertin dönüşünü kutluyor, Q7 yi kulübede önümüzdeki haftaya saklıyor nasılsa maçı bir şekilde alırım diye düşünüyordu. 
İlk yarı Mersin "hadi saldır bana" derken Beşiktaş "Fernandesim yok gelemiyorum" diyordu. Almeida Çağdaş ve Boum ikilisinin yakın markajında nefes alamaz hale gelmiş ve etrafında oynayan Edu Simao Veli buna derman olamamışlardı. Hava şartları ve 3 gün sonra oynanacak derbinin yarattığı motivasyon bozukluğunu düşünürsek böyle sıkışık tıkanık bir futbol gayet olasıydı. Fakat eşine çok nadir rastlanacak  talihsizlikler baş gösterince maçın rengi değişmeye başladı. Peşpeşe Hilbert ve İsmail sakatlanarak oyundan çıkınca hem 2. yarıda Q7-Pektemek-Holosko hamlelileri zora girmiş oldu hemde mevcut kadroda hücuma en çok katkı veren 2 beki kaybetmiş olduk. Devrenin sonlarına doğru ilk defa kontraya çıkan Mersin yakaladığı 2 pozisyondan birini atarak Beşiktaş açısından işi iyice zora soktu.
Karşılaşmanın 2. yarısı başladığında manzaraya baktığımızda  bu maçta olası puan kaybına zaten kafa olarak hazırdık ve artık hafta sonu oynanacak derbide ne yapacağımızı düşünmeye başlamıştık. Çünkü PFDK maça çıkmak üzereyken Fernandese +1 maç daha ceza kesmiş ve itirazımız kabul edilmezse bu maçta 2 bek kaybımızdan başka birde Fernandesi yitirmiştik. Bekleri Ekrem ve Tanjuyla idare edebileceğimizi düşünsek te Fernandesin yokluğu çok sıkıntı verecek gibiydi. Zira Mersin karşısında bile oyun kurmakta güçlükler yaşıyorduk. Sakatlıklarla hamle kabiliyeti eksilen hocanın tek bir hamle şansı kalmıştı. Onuda Q7yi oyuna alarak kullandı. Q7 geçen hafta gördüğümüz gibi formunu yitirmiş hareket kabiliyeti azalmış ve istediklerini beceremez haldeydi. Fiziksel dezavantaj yaşadığı zamanlarda rakibini alt edemeyişi onu hırslanıp serserice reaksiyonlar vermeye itiyor. Mahallenin gençlerinin maçına dalmış sarhoş abinin kendisine bacak arası atan çocuğu tokatlaması gibi saçma sapan işler yapmaktan imtina etmiyor. Dün yine böyle bir pozisyonda çok anlamsız bir hareketle kendini attırdı. İlk bakışta çok önemli 3 eksiğin yanına birde Q7 eklenmiş gibi görünse de aslında bu 3 gün sonrası için olumlu bir eksilme sayılabilirdi. Zira kötü ve formsuzda olsa Q7 varsa sahaya sürülecek ve bu haliyle katkı sağlayamayacaktı. Tıpkı bir kaç haftadır formsuz olan Alexin oynamasının Fenerin pekte işine yaramayacağı gibi... 
Bu maçta çok önemli bir avantaj yakalama fırsatını tepmiş olmak belki üzücüdür ama asıl sıkıntı verici gelişme haftalardır dönse diye yolunu gözlediğimiz Hilbertin dönüşüne sevinemeden tekrar sakatlanması. Çünkü bu takımın temeli Hilbert ve Ernstin takıma monte edilmesiyle atıldı, inşaatın ilk doğru tuğlaları onlar oldu ve daha sonra o takımda Q7 ve Fernandes ışıldadı. Hilberti kaybettiğimiz günden bu yana bir türlü o çizgiye yaklaşamadık. Umarım çok kan kaybetmeden geri döner ve play-off a kadar en azından sakatlıklar açısından sorunsuz, hazır bir takım haline geliriz.